Arter’den sergi notları serisi yaptım farketmeden ve şu an serinin son yazısındayım 🙁 Bu sefer OyunBu sergisini kameramdan çıkanlar kadarıyla aktarmaya çalışacağım. Hızımı alamayıp bir kez daha Arter’e giderek tüm sergileri tekrar gezdim ve başlamaya hazırım!
Kavramlarımız çocukluk ve oyun. Bu sergide oyunların bizi normalimizden çıkarıp özgürleştirdiği, gerçeğin dışında olabildiğimiz durumları ele alan sanatsal eserler bekliyor. Yetişkin veya çocuk, kedi veya balık, illüzyon veya dart olabilir bu oyun çemberindeki işleyiş. Çünkü işin özünde çocukla özleşse de, yetişkin bireyler ve diğer canlılar için de oyun vazgeçilmez.
Emre Baykal küratörlüğünde sergilenen eserler üzerinizde hem eğlenceli hem de düşünceli hisler yaratıyor. Hepsi herkese hitap etmeyecektir elbette ama en azından biri derinden sizi yakalayacak.
Serginin en ilginç ve etkileyici eserlerinden biri olan Pervanelerin Ötesinde (solda), sanatçının video kasetlerden söktüğü manyetik bantların sonsuzluk içinde süzülmesiyle karşılıyor sizi. Sanatçı, manyetik bantların ince, hafif, kolay şekil alması ve ve ışığı yansıtması gibi etkenlerinin üstüne vantilatörden gelen hava akımınını kusursuz şekilde ekleyip sonsuz bir dans yaratmış. -Manyetik bant deyince Artemis Günebakanlı’nın programına ışınlandım anlık, çok güzeldi..-
Bir diğer eserimiz olan Yapraklar (sağda), göçebe hayatı, kaçışı ve özgürlüğü çarpıtır. “Dalları rüzgarda savrulan bir ağaç” betimlemesi ile bir taraftan bir yere ait olup oraya kök salmayı hissettirirken diğer taraftan özgürleşip gitmeyi de hissettirebilir. Burada farklı boyutlardaki ayakkabılar ise farklı farklı hayatın hikayelerini anlatıyor olabilir.
Daha önce birçok eserinde İran halısı kullanmış olan sanatçı, Parçalanmış Masal Aracı (solda) adlı eserinde doğu-batı zıtlığını sergilemiş. Burada masalsı sihirli halıyı, uçan aracı ya da pahalı halı kültürünü duvara çarpıp paramparça etmiş. Bu eserin kurulum için bir kılavuzu bile varmış, her parçanın numarası ile doğru açıda yerleştirilmesi için.
Yine başka bir eserindeyse (sağda) basketbol potası ile saksıdaki palmiye ağacı birbirine geçirilmiş şekilde doğu-batı çatışmasını simgeler. Çok ilginç görünen bu eser hem birbirine çok zıt, hem de bir bütün gibi görünüyor. Tıpkı gece gündüz gibi, tıpkı doğu-batı gibi.
Bavul (solda) adlı eserde sanatçı yere bırakılmış bir bavulun yavaşça duvara gömülerek yola koyulmasını işlemiş. Yola ait olan hiçbir şey, eylemsiz kalamıyor.
Ön Ek ve Son Ek 1 isimli eserinde (sağda) gündelik eşyaların yapıtaşlarını tekrar yorumlamış. Burada sanatçı Gökçebağ; aşağıya doğru süzülen, eksilen ve zemine birleşip kaybolan bir şemsiye ile bu betimlemeyi yansıtmış.
Burada sadece izlemeyip dart attığınız etkileşimli bir eser var. Tüm duvarı kaplamış, baktığınızda sadece tek bir hedef seçebildiğiniz ama aslında o hedefe asla odaklanamadığınız bir görüntü var. Sanatçının esere verdiği isim zaten durumu özetliyor; Ben, Dünya, Şeyler, Hayat. Çokça kez hedefi vurmayı deniyorsunuz; hedefi görüyorsunuz ama o kadar çok var ki hangisine ve nasıl atacağınız konusunda kafanız karışıyor. Daha sonra karmaşıklığın ve yaşadığımız hayatın gürültüsü geliveriyor insanın aklına. Gerçekten de böyle miyiz?
Yine bir doğu-batı savaşı. Doğunun dokusu ve batının işlemeleri birbirini tamamlıyor, aynı zamanda buradaki ironi biraz rahatsız ediyor. Yine de buradaki temalar çok iyi betimleniyor; basketbol maçı ve ev içindeki mahremiyet, geleneksel ve modern. Ayrıca buradaki tüm basketbol saha çizgileri gerçek oranlarına sadık kalarak yapılmış.
Sanatçı bu eseriyle iki bisikletin ön tekerlerini birbirine kaynatıp buradaki iki farklı yolu, iki farklı hikayeyi hem bütünleştirmiş hem de çatışmasını gündüzüne çıkarmış. İkisi de güçlü, ikisi de gitmek istiyor; birisi diğerinin yönüne. Fakat artık geri döndürülemez bir paydaları var. Bu yüzden bu bisikletler sahiplerini asla bir yere götüremeyecekler.
Çizgi romanımsı anlatım tekniklerini seçen sanatçı, bu seride aynı mekanı paylaşan iki kişinin boş zamanlarını betimler. İlginç tarafı ise bu eserlerin alüminyum üzerine yapılmış olması. Modern yaşamı, yoğun ve karmaşık günlük döngümüzün bize boş zaman bırakmadığını ve aslında unuttuğumuz o detayları anlatır.
Kapılar (solda) adlı eserde mimari ve heykelin buluştuğu bir yapıyla kapılar tekrarlanarak küçülür ve ufukta bir çıkış olduğunu betimler. Belki de Nirvana’nın Kapısı olarak bile yorumlanabilir. Diğer taraftan zihinsel bir karmaşıklığa, farklı bir yola götürebilir.
Sağdaki eserde ise camdan yapılan bir merdiven ve onun gölgesini görüyoruz. Burada aslında camın kırılganlığı ve merdivenin simgelediği yükselişin zıtlığı, maddiyat ve maneviyatı, aydınlık ve karanlığı günyüzüne çıkarır. Gölgesi kendisinden daha görünür olan bu merdivende yükselmek, merdiveni görüp de kırılganlığını görememek; tüm bundan da ziyade merdivenin boşlukta olduğunu farketmek.
Serginin tam ortasında duran bu Sahne Arkası (Su Piyanosu) adlı eserde sanatçının 5 yaşında çizdiği melek figürleri ile donatılmış. Ve piyanonun yarısı su ile doldurulmuş. Büyük resimde ise bir zebra bu göletten su içmeye geliyor.
Mirare (solda), Eski Ahit’in Yaratılış bölümünde Yakup’un rüyasında gördüğü aktarılan, yeryüzüyle gökyüzünü birleştiren merdivene gönderme yapar. Sanatçının hem tavana hem de zemine yerleştirdiği bu aynalarla sonsuz bir merdiven betimlemesi oluşur. Fakat bu merdiven ne aşağıya inmemize ne de yukarı çıkmamıza izin verir. İnsan da tam olarak bu boşlukta, gökyüzü ve yeryüzü arasında konumlandırılır.
Son eserimiz olan Maymun Dansı (sağda), koyun derisinden oluşan ceketleri tekrar dört ayak üzerine dikerek, onları hayvan formuna geri döndürür. Anadolu’da yüzülüp, İstanbul’da dikilen ve yolculuğu Almanya’da son bulan deri ceketler, bir yandan kapitalist sistemin işleyişini temsil ederken, bir yandan da dayanıklı olanın kazandığı ve güçsüz olanın kaybetti acımasız oyunu da hatırlatır.
OyunBu sergisindeki eserlerin sadece bir kısmını, izlenimlerimin olduğu bir kısmını size aktarmaya çalıştım. Fakat elbette hala sergi keşfedilmeyi bekliyor. Umarım okurken keyifli dakikalar sunabilmişimdir.
Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle!